Ümit NECCARİ:
“Oxudu Qaranquş ayrılıq sözün,
Mürüvvət əhlinin gözü yoldaykən
Cumdu tufanlara unutdu özün
Ulduza ne cavab verəcəyəm mən?
Qışda qarlı dağlar sorağlaşsalar
Təbrizin, Gül oğlun, mehriban oğlun
Bir haray çəkərəm ay uca dağlar,
Axtarın Arazın çənli belindən.
düşmən tənə vursa Səməd hardadır,
əlimi sinəmə çalıb deyərəm,
Səməd könlümdədir, ürəyimdədir”
Ali Rıza Nabdel
Sekiz yıldır Bakü’deyim, ama her gece Tebriz’e dönüyorum; sokağın büyükleri Mehrem amca, Evez amca, Oruc amcaya selam veriyorum. Mahalle çocuklarıyla selamlaşıyorum. “Güneş” kafesindeki dostlarla buluşuyorum. Canım sıkıldığında “Meşrute” parkına gidiyorum, bunaldığımda eski mahallemiz Şehnaz’ı adımlıyorum, ne güzel olur “Şehnaz” caddesi sonbaharda, ah… ne güzel.
Zor ki beni anlayasınız… Azerbaycan’ın kuzeyinde yaşayanlar bu acıyı benim gibi hissedemezler… Tebriz büyülüdür, muhteşemdir, efsunkardır, efsanevidir…
Bir gün dostlarla 28 May’daki “Delikates” kafesinde bira içiyorduk. Yaşlı bir adam yaklaştı, “diyorlar ki sen Tebrizlisin, söyle bakalım, gerçekten mi Tebriz’in sokakları dolambaçlı?”- diye sordu. Dedim, görmek lazım, o daracık, toprak kokulu sokakları görmek lazım. Tebriz’in eski sokaklarında samimiyet, sevgi, barutun kokusu, sisli günlerin kokusu açıkça hissedilir.
***
Güney Azerbaycan’ın tarihi, doğal kaynakları günden güne yok oluyor, dağıtılıyor, talan ediliyor.
Urmiye Gölü bir yandan kurutuldu, Tebriz’in bağları bir yandan yok edildi, tarihi eserlerimiz dökülüyor, yıkılıyor. İran’ın ilkokul ders kitaplarında, tarih dersinde Moğolların İran’a saldırısını öyle anlatmışlar ki, çocuk aklımla onlardan nefret ediyordum. Diyordum ki, böyle vahşi kabile olur mu? Sonra asıl vahşi kabileyi gözlerimle gördüm, şehrimin düşmanları, vatanımı dağıtanlar…
***
Halk şairi Sührab Tahir’in son günleriydi, 90. yıl dönümü Natavan kulübünde kutlanacaktı. Sührab Tahir sağlık sorunları nedeniyle katılamadı. Törenden sonra Söhrab amcanın oğlu bizi akşam yemeğine evlerine davet etti. Şair bizi görünce
duygulandı… gözleri doldu. Yazılarımı okuyormuş, yaratıcılığımla tanışmış. Sonra elimi tuttu, “Tebriz’in gül oğlusun, gelecekte Milli Hükümet’in maarif Bakanı sen olacaksın” – dedi. Bu söz beni 1945-46 yıllarına götürdü. Seyid Cefer Pişevari’yi, Maarif Bakanı şair Biriyani’yi hatırladım.
***
Onun mezarı Tebriz’de – Kaçarlar döneminden kalan “Yanık” tepede – hayırsever Mirza Kazım ağa Seyyid İmam tarafından bağışlanan arazideki “İmamiye” mezarlığındadır. Kaçarlar döneminde bu arazide meyve bahçeleri varmış. 130’dan fazla yaşı olan mezarlıkta şair Biriya, tanınmış yazar Samed Behrengi, Meşrutiyet hareketinin fedaileri, şehitleri, Milli hükümetin fedaileri, Settarhan ve Bağırhan’ın aile üyeleri ve birçok aydın defnedilmiştir.
Yıllar önce, Samed Behrengi’nin mezar taşını kaldırdıklarını, etraftaki ağaçları ve çiçekleri söktüklerini öğrendik. Bu haberi aldıktan birkaç gün sonra, Nevruz bayramının 13. günü, – o gün İran’da “Doğa” günü olarak kutlanır, herkes doğaya akar. – arkadaşlara dedim, şehir sakin, hadi Samed Behrengi’nin mezarına gidelim, gerekirse para da toplarız. Üç arkadaş “İmamiye”ye, – Samed Behrengi’nin mezarına gittik ve duyduklarımızın doğru olduğunu gördük: mezar taşını kaldırmışlar, etraftaki ağaçları ve çiçekleri sökmüşler.
Mezarı temizledik, birkaç beyaz mum yaktık. Çok geçmeden siyah giysili bir genç yaklaştı ve sinirli bir şekilde:
– Burada ne işiniz var? – dedi.
– Burada ne iş yapılabilir ki?
– Ben soru soruyorum, doğru düzgün cevap verin.
– Ben de doğruyu söyledim.
– Gidin, gidin buradan!
– Anlamadık, mezarın üstünde ne yapılabilir ki?
Şair arkadaşım sinirlendi, gence yaklaşıp:
– Sen kimsin ki? Öyleyse, geceye kadar buradayız! – dedi, – Sonra?
– Beyefendi, buraya yaklaşmak yasak. Bize kimseyi buraya yaklaştırmamamız söylendi.
– Peki, burada ne var? İnsan ölmüş. Ölü insan, mezar bize ne yapabilir ki?
– Siz bilmiyor musunuz? Mesele güvenlik meselesi.
– Mesela, gitmezsek ne olur?
Bu sözü duyar duymaz, genç mezarın etrafından topladığımız çöp yığınına bir tekme attı, mumları ezdi. Şair arkadaşım saldırmak istiyordu ki genç kimliğini gösterdi. Artık durumu anladık. Arkadaşım dedi, hadi gidelim, başka bir zaman gelip temizleriz.
Şair güzel demiş, “Daha neler göreceğiz? Bizden sonra mezarlarımız da sizinle savaşacak”. Samed Behrengi’nin hikayeleri, “Küçük Kara Balık” tek başına insanlık dışı olan tüm ideolojilerle savaşıyor ve her seferinde kazanıyor. Aslında, siyah giysili o genç de mezardan değil, “küçük kara balık”tan korkuyordu.
Mezarlarımızı, anıtlarımızı, doğamızı mahvetseler bile, geçmişimiz geleceğimize dayanak olur. Köklü Tebriz tarih boyunca sınavlardan alnı açık çıkmıştır; sisler görmüş, çalkantılı günler görmüş Tebriz.
Şimdi hangi çocuk Samed Behrengi’nin hikayelerini okursa, küçük kara balığa dönüşür, küçük kara balığa dönüşüp okyanusa yüzer. O noktaya geldik ki, Tebriz’in çocukları o siyah giysililere “Samed gönlümde, yüreğimde” diyorlar. Bir gün bütün ölülerimiz konuşacak, Samed Behrengi’nin mezarı gibi…