GÜNEY AZERBAYCAN’IN ÜNLÜ BELGESEL YÖNETMENİ MEHEMMED ALİMURADİ’YLE ÖZEL SÖYLEŞİ

Dr. Hamid Şehanegi:

Sayın Memmed Bey, davetimizi kabul etdiğiniz için çok teşekkür ederiz. Lütfen bizim okuyucularımıza kendinizden, çocukluk yıllarından, eğitiminizden biraz bilgi verir misiniz?

1979 baharının ikinci günü Mərnəddə, beş çocuklu bir evde doğdum. Annem öğretmen ve babam halı işiyle uğraşırdı. Çocukluktan itibaren sanata, tiyatroya ve özellikle müziğe ilgi duydum. Tebriz’e sık sık giderdik. Annem Tebrizliydi, dayım da Tebriz’deydi. Dayım Azerbaycan müziğine çok düşkündü. Bende de bu heves uyandı ve Azerbaycan müziğini öğrenmeye başladım. Yaşıtlarımla birlikte müzik çalışmaları yapıyorduk. Hatırlıyorum, 16 yaşındaydım, bir müzik grubu kurmuştuk ve bir gün bir köye düğüne çağrıldık. Törenin ortasında görevliler gelip bizi yakaladı. Bizi altı gün hapse attılar ve sonunda benden bir taahhüt aldılar ki, ömrümün sonuna kadar müziğe, yani haram işe yönelemeyeceğim.

Lise eğitimimi Mərnəddə tamamladım ve askere gittim. Askerlikten sonra annemin memleketi olan Tebriz’e taşındık. Ben Tebriz’de gazetecilik işlerine başladım. Üniversitede lisans eğitimini bu alanda tamamladım. Amatör fotoğrafçılıkla uğraştım. İran Genç Sinemacılar Derneği’ne katıldım ve fotoğrafçılık kurslarını bitirdim. Oradan video çekmeye başladım. Küçük video röportajlar hazırladım. O zamandan beri benim dikkatim hep Azerbaycan insanları ve Azerbaycan’da meydana gelen olaylar üzerine oldu.

Belgesel film yapımına nasıl başladınız?

Aslında belgesel sinema, gazeteciliğin bir koludur. Ve benim çocukluğumdan, gençliğimden beri heves gösterdiğim ve çalıştığım bir alandır. Belgesel film çalışmaları, benim endişelerimden ve kaygılarımdan kaynaklanır. Belgesel film, bir olayın, bir maceranın içinde meydana gelen gerçeklerin bir kısmını göstermektir ve bu çoğu zaman hükümetlerin ve güç sahiplerinin hoşuna gitmeyen bir şeydir. Ben üniversitede gazetecilik okumak istediğimde babam beni uyarmıştı. Belgesel filme başlarken de. Belgesel sinema, kaygı ve cesaret ister. Bir yönetmende bunlar olmazsa, ilerleyemez. Bunların yanında, bu alanın ilmini, bilgisini, teknolojisini ve bu sanatın inceliklerini de öğrenmelisin, bilmelisin. Ben kaygılarım doğrultusunda, gördüğüm olaylarda, sessizlerin sesi olmak istiyorum. Şimdiye kadar çektiğim filmler bunu gösteriyor.

Kariyeriniz boyunca sizi en çok etkileyen belgesel yönetmenleri veya filmler hangileri?

Ben bu alanda çok sayıda yönetmen ve filmden etkilendim. Her belgeselin mutlaka bir öğrenilecek yönü vardır. Lumiere kardeşlerin yanlış hatırlamıyorsam 1895 yıllarında çektikleri filmlerden bu yana, her film kendisinden sonra bir iz açmıştır. Aslında sinema, belgesel filmlerle başlamış ve sonraları kurmaca filmler çekilmiştir.

Benim çalıştığım alan toplumsal ya da gerçeklik sinemasıdır. Bu tür sinemada birçok kişinin etkisi olmuştur, Jean Rouch, Richard Leacock ki gerçeklik sinemasının kurucusu olarak adlandırılır. Bu sinemada yönetmen, dolaysız olarak olayın içine girer ve gerçeği keşfetmek ister. Bu yüzden bu sinemayı seviyorum. İran’da da aslen Azerbaycanlı olan Mehrdad Oskui bu sinemada ünlü yönetmenlerdendir ve toplumsal konularda güzel filmler yapmıştır. Kriz belgeselleri alanında çalışan yönetmenlerden biri de James Longley’dir ki onu çok seviyorum.

Kaç tane belgesel film çalıştınız, hangi filmleriniz hangi ödülleri almıştır?

Ben 20’den fazla profesyonel belgesel film çektim. Filmlerimin bazıları kriz ve felaket hikayeleridir, bir kısmı portre ve kişilik filmleridir. Filmlerimi festivaller için çekmedim. İran’da önceleri festivallere film gönderirdim. Türkmen Sahra seli üzerine olan bir filmim İran festivalinde birincilik kazandı. Sonra Belucistan’da çektiğim başka bir film de ödül aldı. Ancak sonraları İran festivalleri benim gibi bağımsız yönetmenlerin filmlerini görmezden gelmeye başladı. Biliyorsunuz, şu anda İran festivallerinde benim çektiğim filmlere çok ilgi göstermiyorlar. Onların kurallarına uygun olmuyor. Ben de bu festivallere film göndermiyorum. Üç belgesel filmim festivallerde ödül aldı, biri “İkizler” filmiydi, Urmu gölü konusundaydı, 2022 yılında Türk Dünyası Belgesel Festivali’nde ödül aldı. Türkiye’de düzenlenen İpek Yolu Festivali’nde “Adım” filmim 2022’de ödül aldı. Bu yılın sonbaharında Finlandiya’da düzenlenen çevre konulu belgesel film festivalinde de Urmu gölü ile ilgili başka bir filmim ödül adayı oldu. Bunu da belirtmek isterim ki, İran’a uygulanan ambargo nedeniyle, birçok yabancı festivale film gönderemiyorum.

Çekim sırasında karşılaştığınız en büyük zorluklar nelerdi ve bunları nasıl aştınız?

Belgesel film çekimi zaten çok zor bir iştir. Tüm belgesel yönetmenleri bunu onaylar. Bir yandan ben bağımsız bir yönetmen olduğumdan ve seçtiğim konular Azerbaycan milli meseleleri üzerine olduğundan, hiçbir devlet ve sivil toplum kuruluşu benim filmlerimde yapımcı olarak yer almıyor. Ben Azerbaycan’ın ihlal edilen haklarını, dil haklarımızı, milli varlığımızı, tarihi eserlerimizi, Urmu gölü felaketini ve asimile edilen kültürümüzü kamera önünde canlandırmaya çalıştım ve bu da hükümetin hoşuna gitmiyor. Benim filmlerim her ne kadar milletimiz tarafından alkışlansa da, bir o kadar da hükümet tarafından görmezden geliniyor. Tüm işlerimi hiçbir yerden yardım almadan kendi mali imkanlarımla yapıyorum ve bu da çok zor.

Sekiz yıldır İran Türkolojisi üzerine çalışıyorum. Diyebilirim ki, İran’ın dört bir yanını dolaştım, Horasan Türkleri, Kaşkay Türkleri, Halec Türkleri, Türkmen Sahra Türklerini araştırdım ve bunların hepsini çok büyük zorluklarla çalıştım. Hiçbir maddi kaynağım olmadan.

Çekimler sırasında unutamadığınız bir anı veya olay var mı?

Bir portre filmim var, adı “Sonuncu Əsgər”. Bu filmde Hüseyin Amca, Azerbaycan Milli Hükümeti’nin bir askeri. Hüseyin Amca’yı 100 yaşındayken buldum ve bu filmi çektim. Hep arzu etmişimdir ki, bunun gibi insanlarımızı daha erken bulup Azerbaycan tarihinin gerçeklerini canlı tanıklarından öğrenebilseydik. Benden önceki yönetmenler bu konulara girmemişler ve ben de tek başıma çok iş yapamıyorum.

Belgeselin hazırlanmasında kimlerle veya hangi kuruluşlarla iş birliği yaptınız?

Bugüne kadar hiçbir kuruluş ve kurumla çalışmadım. Burada beni resmi bir yönetmen olarak kabul etmiyorlar. Çoğu işime izin bile vermiyorlar. Her filmim için sorguya çekildim. Devlet imkanlarından tamamen mahrum edildim. 20’den fazla film çektikten sonra, ilk kez Parkinson konulu bir filmime resmi izin belgesi verildi. Umarım bakışlar değişir ve bizim gibi gerçekleri anlatan yönetmenlerin önü açılır.

Belgeselin müzikleri ve ses tasarımı hakkında neler söyleyebilirsiniz?

Güney Azerbaycan’da film müziğiyle uğraşan sanatçılar çok az. Bir yandan da, benim işlerimde yapımcı olmadığı için doğal olarak filmlerime müzik yazdırmaya maddi imkanım olmuyor. Filmimin hikayesine uygun müzik seçip, filmin sonunda bestecinin adını yazıyorum. Tebriz’de, benim gibi bağımsız ve milli çıkarlarımız için çalışanlar devlet imkanlarından yararlanamıyor ve film müziği de bu mahrumiyetlerden biridir.

Çalıştığınız son belgeselin konusu nedir ve bu konuyu seçmenizin nedeni neydi?

Son çalışıp bitirdiğim film, “Tikan Təpə” adlı bir film. Tikan Təpə, Güney Azerbaycan’da adı değiştirilmiş bir şehirdir, şimdi Tekab olarak adlandırılıyor. Tikan Təpə, Afşar yurdu. Şu anda orada nüfus yapısını değiştirmişler ve hala değiştiriyorlar. Tikan Təpə, doğası ve tarihi yerleriyle İran’ın seçkin bölgelerinden biridir. Burada UNESCO tarafından kayıt altına alınmış “Təxət-i Süleyman” adlı bir anıt var. Tikan Təpə’ye dair birkaç belgesel film çekildi ve bu filmlerde oranın tarihini tahrif edip Fars tarihine katmaya çalıştılar. Ben çeşitli alanlarda uzmanlarla konuşup oranın gerçek tarihini, Türk tarihini göstermeye çalıştım. Umarım İran TV kanallarında yayınlanır, olmazsa yabancı TV kanallarında gösterilir. Bu filmin tanıtımını yaptıktan sonra, Paniranistler ve İranşehriler tarafından saldırılara uğradım, ölümle bile tehdit edildim. Hatta resmi yerlerden baskılar oldu. Onların tanıttıkları, uydurdukları yalan tarihi, bilimsel ve akademik düzeyde aydınlattım ve bu, onları çok rahatsız etti. Başka bir çalışmam da Xoy şehrinin Pirkəndi adlı köyünde her yıl yapılan “Təpənənə” adlı bir merasimdir. Bu merasim eski inançlarımıza, Şamanizme dayanıyor. Burada da Panfarslar, onu tahrif etmeye çalışıyorlar ve ben çektiğimiz belgesel filmlerle bu tahrifleri halkımıza anlatmak ve başarabildiğim kadar gerçekleri olduğu gibi göstermek istiyorum.

Gelecekteki projeleriniz hakkında biraz bilgi verebilir misiniz?

Burada bizim Xələc Türklerimiz var, Azerbaycan’ın eski tarihi toprakları olan Təfriş, Fərahan şehirlerinde. Burada yoğun bir asimilasyon politikası yürütülmüş. Dilleri, kültürleri birçok alanda değiştirilmiş. Belki 50 yıl önce rahmetli Prof. Semih Tezcan buraya gelip Xələc Türklerinin varlıklarını belgelemiş. Biliyorsunuz nüfus değişimi, dil değişimi, kültürel asimilasyon benim kaygılarımdan biri. O yüzden birkaç kez Xələcistan’a gittim. Bu işi tamamlamaya çalışıyorum. İşin bir kısmı Ankara’da, Prof. Tezcan’ın öğrencileri ve ailesinde olan Xələc bölgesinde yazılmış kasetlerle ilgili, bir kısmı da Xələcistan ve İran’ın güneyinde olan Bəndərabbas şehrinde olacak. Şimdilik maddi imkanlarımdan dolayı, işi ilerletmem çok zor. Bir yapımcı olursa işler doğal olarak daha iyi ve zamanında ilerler.

Seyirci geri dönüşleri sizin için ne kadar önemli ve bunları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Maalesef bizim alan yani belgesel filmler, sinemalarda gösterilmiyor. Sadece festivallerde izleyiciyle buluşuyoruz. Katıldığım festivallerde izleyicilerden çok güzel geri dönüşler aldım. Şimdi çoğunlukla internetten, sosyal medyadan, YouTube kanalından izleyicilerin görüşlerini öğreniyorum. Tüm zorluklara, imkansızlıklara, baskılara rağmen, halkımızdan aldığım manevi güçle çalışmalarıma devam edeceğim.

Beni hatırladığınız için ve bu röportajı yaptığınız için size çok teşekkür ederim.

Social media

Bize mesaj gönder

Scroll to Top