TÜRKİYE-AZERBAYCAN İLİŞKİLERİNDE SAVUNMA VE ASKERİ İŞBİRLİĞİ

Mehmet BABACAN:

Uluslararası sistemi ideolojik, askeri, siyasi ve ekonomik açılardan iki kampa ayırarak ortaya çıkardığı bir “dehşet dengesi” sistemiyle yönlendiren “Soğuk Savaş dönemi” ülkelerin ulusal savunma sistemleri ve bütçeleri üzerinde de etkili olmuştur. 1945-1991 yılları arasındaki dönem boyunca güç ve tehdit dengesi belirli kalıplar üzerine inşa edilmiş, savunma ve silahlanma harcamaları da klasik kutuplaşma algıları temelinde yönlendirilmiştir. 1990’lardan itibaren Sovyet Rusya’nın sistem-dışı kalmasıyla Orta Asya’dan Kafkasya’ya ve Doğu Avrupa’ya uzanan bir hat boyunca jeopolitik güç boşluğu ortaya çıkmış, Z. Brzezinski’nin ifadesiyle “rakibinin çöküşü Amerika Birleşik Devletleri’ni (ABD) emsalsiz bir konumda bırakmış” ve “Rus İmparatorluğu’nun çöküşü Avrasya’nın tam kalbinde iktidar boşluğu yaratmıştır.”

ABD’nin küresel hegemonyasını gerçekleştirmek için eline geçen bu eşsiz fırsat askeri olarak NATO’nun yayılmacı stratejisinin “alan-dışılık (out of area)” adı altında daha da belirgin bir biçimde ortaya çıkmasına yol açarken komünizme karşı bariz bir zafer kazanan kapitalizmin dünya genelinde yayılması da üçüncü küreselleşme dalgasının hızlanmasını sağlayarak post-modernizmin en önemli dinamiklerini meydana getirmiştir. Ekonomik olarak ise yaşamsal öneme sahip enerji kaynaklarının bulunduğu Ortadoğu bölgesi, geçersizleşen Sovyet tehdidi yerine radikal selefist ve cihadi örgütler üzerinden ve otokratik rejimleri yıkarak (Irak’taki Saddam rejimi vb. gibi) bölgeye demokrasi getirme söylemi üzerinden görünürde meşru sebepler ortaya atılarak askeri müdahalelerin nesnesi haline getirilmiştir. Yine post-Sovyet dönemde zengin doğalgaz kaynaklarıyla öne çıkan Hazar havzası ve transfer güzergahı olan Kafkasya bölgesi Batılı yatırımcıların dikkatini üzerine toplamıştır. Sovyet İmparatorluğu’nun çöküşünden sonra Kafkasya bölgesinde etkili olmak isteyen küresel ve bölgesel aktörler arasında belirgin bir bloklaşma meydana gelmiş; Türkiye, İran ve Rusya bölgede doğrudan menfaati olan aktörler olarak öne çıkarken ABD, İngiltere ve Fransa Kafkasya ve trans-Kafkasya bölgesinde etkili olmak isteyen dolaylı menfaatlere sahip aktörler olarak hizalanmıştır. Bölgede cepheleşmelerin ve meydan okumaların arttığı 1990 sonrası dönemde Türkiye’nin dost ve kardeş ülke Azerbaycan ile olan ilişkileri eskiye oranla daha büyük bir önem sahip olurken iki ülkenin beraber attığı adımlar Ermenistan, İran, Rusya gibi bölgesel aktörler tarafından yakından takip edilmiş, bölgede artan Türkiye-karşıtı politika zaman zaman Güney Kafkasya’nın gerilimlere sahne olmasını doğurmuştur. Nitekim bu durumun son örneğini Türk dünyasını birleştirici güç ve role haiz “Zengezur Koridorunun” açılması girişimleri oluşturmuş, İran ve Ermenistan Rusya’nın aksine koridorunun açılmasına şiddetli bir muhalefet göstermiştir. Esasen bir yandan II. Karabağ Savaşı (2020) sonrası Azerbaycan ile kapsamlı bir barışın inşası için görüşmelere devam eden Ermenistan diğer yandan yıllardan beri uyguladığı hasmane politikaları devam ettirmektedir. Azerbaycan sınırındaki ihlallerin ve tacizlerin devam etmesi ile Ermenistan’ın ABD, Fransa, İran, Hindistan gibi küresel ve bölgesel aktörler tarafından el altından silahlandırılması bizi bu kanıya götüren güçlü sebepler olarak ortaya çıkmaktadır. Nitekim Azerbaycan Devlet Başkanı İlham Aliyev de bu duruma dikkat çekerek “Fransa, Hindistan ve Yunanistan, Ermenistan’ı bize karşı silahlandırıyor. Bunu açıkça yapıyorlar ve hatta bize bir şeyler kanıtlamaya çalışıyorlar. Biz de oturup bekleyemeyiz. Bu tavrımızı Ermeni hükümetine ve bugün Ermenistan’a sahip çıkmaya çalışan taraflara açıkça ilettik. Kendimize yönelik ciddi tehdit görürsek ciddi önlemler almak zorunda kalacağız.” ifadelerini kullanmıştır. Aliyev, açıklamalarına Türkiye ile Ermenistan arasındaki yakınlaşmanın Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki normalleşmeye paralel olarak yürümesi gerektiğini de etkileyerek Türkiye-Azerbaycan birliğinin bölgesel güvenlik ve istikrarın önemli kriteri olduğunu belirtmiştir.

Esasen II. Karabağ Savaşı ya da diğer adıyla “Vatan Muharebesinin” Azerbaycan lehine mutlak bir zaferle sonuçlanması ve Güney Kafkasya’da yeni bir statükonun ve güç dengesinin yaratılarak Karabağ topraklarının hürriyetine kavuşturulmasında Türkiye ile Azerbaycan arasındaki askeri ve savunma iş birliği kritik bir rol oynamış, bahse konu durum uluslararası toplum nezdinde gündem oluşturmuştur. Bu hususta Türkiye’nin sağladığı savunma desteği ve Azerbaycan’a tedarik ettiği SİHA’lar uluslararası medya organlarında yer almış hatta hatırlanacağı üzere Azerbaycan Devlet Başkanı İlham Aliyev, kendisiyle röportaj yapan France 24 kanalı spikerinin bir sorusu üzerine yeteri kadar dron sağladıklarını ve Türk SİHAları ile 1 milyar dolarlık askeri teçhizatı imha ettiklerini ifade etmiştir. Soğuk Savaş dönemi mirası olan ve Kafkasya bölgesinin “dondurulmuş çatışmalarından (frozen conflict)” biri olan Dağlık Karabağ çatışması, bilindiği üzere 27 Eylül 2020’de patlak veren savaşla Azerbaycan lehine sonuçlanmış, Türkiye’nin askeri desteğinin, özellikle de insansız hava araçlarının, Azerbaycan’ın Dağlık Karabağ zaferindeki rolü ve etkisi şüphesiz “oyun değiştirici (game changer)” bir nitelik taşımıştır. Türkiye özellikle SSCB’nin yıkılması ve Azerbaycan Cumhuriyeti’nin bağımsızlığını ilan etmesinin (18 Ekim 1991) ardından “tek millet, iki devlet” şiarıyla hareket ederek Azerbaycan’ı ilk tanıyan devlet olmuş, iki ülke arasında diğer tüm alanlarda olduğu gibi askeri boyutta da ilişkilerde yeni bir dönem başlamıştır. Özellikle Haydar Aliyev döneminde askeri iş birliği üzerine derinleşen ilişkiler eğitim ve savunma üzerine odaklanarak 10 Haziran 1996’da Türkiye ve Azerbaycan arasında Ankara’da “Askeri Eğitim, Teknik ve Bilimsel İş birliği Antlaşması” imzalanmıştır. Hatta bu dönemde Azerbaycan ordusu Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) ile birlikte barışı koruma misyonlarına da katılarak 20 Ekim 1999’da Azerbaycan ile Türkiye arasında imzalanan iş birliği anlaşması kapsamında KFOR (Kosova Force / Kosova Gücü)’a bağlı Türk Taburu Görev Kuvveti bünyesinde söz konusu Azerbaycan Barış Gücü unsurlarının görev alması sağlanmıştır. İki ülke arasında bölgesel ve küresel barışa da katkı sunan askeri iş birliği oğul (İlham) Aliyev döneminde daha da güçlenerek gelişme göstermiş, 16 Ağustos 2010 tarihinde imzalanan 10 yıllık “Stratejik Ortaklık ve Karşılıklı Yardım Anlaşması” iki ülke arasındaki askeri iş birliği ve savunma ilişkilerini taçlandırarak üst seviyeye taşımıştır. Nitekim anlaşmanın 2. maddesine göre, Türkiye ve Azerbaycan ülkelerinden birine karşı askeri saldırı durumunda saldırıya uğramayan ülke “tüm imkânlarını kullanarak” saldırıya uğrayan ülkeyi destekleyecektir. Ayrıca 23 maddelik anlaşmanın 7, 8 ve 9. maddeleri taraflar arasında çok boyutlu askeri iş birliğini öngörmektedir.

Türkiye ile Azerbaycan arasındaki savunma ve askeri iş birliği ilişkilerinin bölgesel güvenlik ve güç dengesini etkileyecek güç ve kapasiteye sahip olduğu ve aynı zamanda bölgedeki güvenlik dengesini değiştirecek sonuçlar/çıktılar üretebileceği en bariz, net ve somut bir biçimde II. Karabağ Savaşı esnasında görülmüştür. İki ülke arasındaki ilişkilerin diplomatik, siyasi, ekonomik, ticari ve kültürel boyutlarından başka özellikle Soğuk Savaş sonrası dönemde değişen sistemik şartlar ekseninde askeri ve güvenlik boyutunun da bugünü ve geleceği etkileyen bir potansiyele sahip olduğu unutulmamalıdır. Bölgesel ve ulusal güvenliğe yönelik tehditlerin bertaraf edilmesi yanında bölgede 2020 sonrasında kurulan statükonun devamı açısından Türkiye-Azerbaycan askeri ve savunma iş birliğinin Güney Kafkasya bölgesine yönelik hesapları ve gizli gündemleri bulunan bölgesel ve küresel aktörler tarafından önemli bir dinamik ve değişken olarak değerlendirilmesi gerektiği öne çıkmaktadır.

Social media

Bize mesaj gönder

Scroll to Top