Doç. Dr. Afag Yusifli:
20. yüzyıl Azerbaycan edebiyatında Fuzuli’nin geleneklerine en bağlı olan, eserleriyle bu gelenekleri yaşatan ve yenileyen, kendisini Fuzuli’nin yadigârı olarak gururla tanımlayan şair, Aliaga Vahid olmuştur. Bu gerçek, Aliaga Vahid’in eserlerinden bahseden herkes tarafından kabul edilmektedir.
Fuzuli, yaratıcılığının temel özelliklerinden birine işaret ederek şöyle yazıyordu:
Məndən, Füzuli, istəmə əşari-mədhü zəmm
Mən aşiqəm, həmişə sözüm aşiqanədir.
Aliaga Vahid de aynı şekilde kendisini gazel ve aşk şairi olarak adlandırıyor ve gururla ifade ediyordu:
Vahidəm – xəlqimin qəzəl şairi,
Məhəbbət şairi, gözəl şairi.
Ne Fuzuli ne de Aliaga Vahid, aşk temasıyla sınırlı kalmışlardır. İkisi de gördükleri ve rahatsız oldukları her konuya değinmiş, ancak aşk teması, yaratıcılıklarında başat bir konu olmuş, diğer konuları çoğu zaman gölgede bırakmıştır.
Aliaga Vahid, bu yönüyle eleştirildiğinde ve şiirleri haksız yere tenkit edildiğinde dahi geri adım atmamış, tutumunu şu dizelerle savunmuştur:
Mən necə ayrılım rəna qəzəldən,
İşvəli dilbərdən, nazlı gözəldən,
İnsan ki, bir şeyə uydu əzəldən,
Ölüncə başında o adət olur.
Başka bir deyişle, gazel ve aşk teması, Aliaga Vahid’in başlangıçtan itibaren yöneldiği ve ömrü boyunca sadık kaldığı bir tema olmuş, bu tema aracılığıyla hem kendisini hem de dönemini ifade etmiştir.
Aliaga Vahid’in Fuzuli gelenekleriyle olan bağları, şairin mirası üzerine fikir beyan eden tüm edebiyatçılar ve uzmanlar tarafından kabul edilmektedir. Kendisi de Fuzuli mirasına olan ilgisini gizlemez, bu mirasın bir devamcısı olmaktan gurur duyar. Daha 1939 yılında yayımlanan “Ülkəmizin” redifli şiirinde iki kez Fuzuli’nin adını anmıştır. Bu şiirde, Fuzuli gibi büyük şahsiyetler yetiştirme özelliğini o dönemin Azerbaycan’ının önemli bir vasfı olarak nitelendirir ve şu dizelerle sonlandırır:
Bu fəxrdir mənə Vahid, ki xalq şairiyəm,
Böyük Füzulilərin xaki-payinin biriyəm.
Bütün bəşər yaşadıqca mən ölmərəm, diriyəm
Aliaga Vahid için Fuzuli, büyük sanatın ve şairliğin bir ölçütüdür. Fuzuli’ye kıyasla kendisini küçük görse de, bunu ifade etmekten çekinmez. Küçük de olsa, döneminin halk şairi olarak Fuzuli geleneklerini yaşattığını gururla belirtir ve sanatının insanlık var oldukça yaşayacağına inanır. Başka bir gazelinde ise, bu düşünceye artık katılmayan ve çağdaş Fuzuli takipçileri arasında en yüksek konumda olduğunu hisseden Vahid, şu dizeleri yazar:
Deyərdim, əhli-qələm, Vahid əfv edərsə məni,
Böyük Füzulimizin yadigarı mən özüməm. Bu, Aliaga Vahid’in Fuzuli mirasıyla bağını ifade eden son ve en derin düşüncesidir. Bu fikri ifade ederken dahi çekimser ve temkinlidir, yanlış anlaşılmaktan korkar. Ancak, kendisini Fuzuli’nin sadece bir hayranı ya da “ayağının tozu” olarak değil, onun mirasını taşıyan tek bir şair olarak görmeye başlar. Aliaga Vahid’in Fuzuli’nin şiirine yazdığı iki tahmis (bir şiirin her beytine üçer mısra ekleme) bu bağlantıyı gösteren önemli eserlerdir.
Fuzuli’nin sanatına bu denli bağlı bir şairin, ustasının eserlerine tahmis, nazire veya tazmin yazmaması anormal olurdu.
Aliaga Vahid’in Fuzuli’nin şiirine yazdığı tahmislerden biri, klasik geleneklere uygun şekilde işlenmiştir. Bu bağlamda, M. Nuruoğlu’nun hazırladığı “Aliaga Vahid Hakkında Bildiklerimiz” adlı kitapta ilginç bir bilgi yer alır. Buna göre, Vahid, 1939 yılının sonbaharında öğretmen Cavad Şirinov ile birlikte Samed Vurgun’un evine gider. Tesadüfen Abdullah Şaiq de oradadır. Sohbet sırasında Abdullah Şaiq, Samed Vurgun’a şu ifadeleri kullanır:
“Samed, Vahid’in Azerbaycan’da Fuzuli yadigârı olduğunu ben de onaylıyorum. Ama onu bir imtihandan geçirelim.”
Şaiq aniden gözlerini kapatıp, Vahid’e hitaben Fuzuli’den şu beyti söyledi:
“Deyilsən çoxdan, ey gərdun, cahan seyrində sirdaşım,
Nola xəm olsa qəddim səndən artıqdır mənim yaşım.”
Səməd yüzünü Vahid’e dönerek dedi:
“Eh, Azerbaycan’ın yeni Fuzuli’si, hocamız Fuzuli’nin bu sözlerine ne ekleyebilirsin?”
Vahid, “İzin verin, Fuzuli’nin bu beytini tahmis edeyim,” diyerek, doğaçlama olarak söz konusu tahmisin ilk bendini dile getirir! A. Şaiq’e göre Vahid bu sınavdan, kendine yakışır şekilde geçer. Ancak bu tahmis gerçekten doğaçlama mı ortaya çıktı? Bugün bu soruya cevap vermek zor.
Bu tahmiste, Fuzuli ve Aliaga Vahid zaman sınırlarını aşarak seslerini birleştirmiş, dönemden, insanlardan gördükleri zulüm, adaletsizlik, ilgisizlik ve diğer insanlık dışı davranışlardan şikayet etmişlerdir. Ayrıca A. Vahid, Fuzuli’nin her beytine eklediği üç mısrayı, Fuzuli’nin sözü ve düşüncesiyle öyle uyum içinde kaleme almıştır ki, kendi sözleriyle birlikte Fuzuli’nin mısraları da onun dertlerinin tercümanı olmuş, haklı şikayetlerini daha da güçlendirmiştir.
Fuzuli, dünya ve zamaneden şikayetlerine bu sözlerle başlar. Gök kubbenin şairi uzun zamandır unuttuğu, onunla birlikte dünyanın seyir defterine çıkmadığı, olup bitenlerden habersiz olduğu hatırlatılır. Dünyanın seyri yüzünden beli bükülmüş olan lirik kahraman, gök kubbenin bu duruma şaşıracağını tahmin eder ve bunu yaşının çokluğu ile açıklar. Sanki lirik kahramanın yaşı gök kubbeninkinden fazladır.
Başka bir ifadeyle, şair demek ister ki, onun kahramanı eğri gök kubbeden daha uzun yaşamış, daha fazla adaletsizlik, zulüm ve insanın belini büken olaylar görmüştür. İnsan, kısa ömrü içinde, uzun ömürlü gök kubbeye kıyasla daha fazla yıpratıcı, acı olaylarla karşılaşmıştır. Bu beyt, klasik poetikanın “hüsni-tahlil” yani “güzel gerekçelendirme” yöntemiyle oluşturulmuştur. Bu, Fuzuli’nin sanatıdır. Gazelindeki bu kutsal keder ve sonuçları, büyük bir estetik ustalıkla aktarılmıştır. Aliaga Vahid, burada dile getirilen keder, isyan, şikayet ve kabule ortak olur; üç mısralık eklemelerinde bu kederin yeni yönlerini açığa çıkarır.
“Diyari-eşqə sultanəm, bəlalər çox çəkib başım,
Cəlali-şövkətim qəmdir, hücumi-dərd fərraşım,
Ömürlərdir axar kuyində yarın qanlı göz yaşım. “
Fuzuli, ilk beytinde aşığın belinin bükülmesini “hüsni-tahlil” mantığıyla gerekçelendirse de, bu bel bükülmesinin nedeni ya da nedenleri açıklanmamaktadır. Ancak Aliaga Vahid, Fuzuli’nin hüsni-tahlil mantığını bir kenara bırakıp, aşığın belinin bükülme sebeplerini açıklar. Aşk ülkesinin sultanı olmasından, başının birçok bela çekmesinden, celal ve ihtişamının gam, yardımcısının ise dertlerin hücumu olmasından, ömrü boyunca sevgilinin sokağında gözünden kanlı yaşlar aktığından bahseder. Ancak bu açıklamaların ardından söz tekrar Fuzuli’nin beytine bırakılır:
“Tərazuyi-əyari-möhnətəm bazarı-eşq içrə,
Dolub hər dəm gözüm, min daşə hər saət dəyər başım.”
Fuzuli yine kendine özgü bir dinginlikle, adeta bir çekingenlikle, pazardan, teraziden, terazinin kefesinin dolup boşalmasından ve terazi taşlarından söz eder. Başka bir deyişle, aşık o kadar çok keder ve zorluk görmüştür ki, adeta bu keder ve zorlukların ölçüsünü belirleyen bir terazinin kefesine dönüşmüştür. Bu, aşığın aşk pazarında her tür zorlukla sürekli karşılaştığını anlatmak için kullanılan bir imgedir. Terazinin kefesi sık sık dolduğu gibi, aşığın da gözleri her an dolmaktadır.
Burada gözlerin dolması bir yandan mal tartan terazinin kefesinin dolmasına işaret ederken, diğer yandan kederler yüzünden zorlukların terazisine dönüşen aşığın gözlerinin yaşla dolmasını ifade eder. İkinci anlamda, bu teraziyi dolduran da aşığın gözyaşlarıdır. Bu gözyaşlarının bolluğu ve içeriği, kederin ölçüsünü belirlemeye olanak tanır.
“Min daşə hər saət dəyər başım” ifadesi de iki anlam taşır. İlk anlamda, sürekli çalışan bir terazinin başı her saat bin taşa değer. Ancak bu aynı zamanda mecazi bir anlama sahiptir: aşk pazarında kederlerin ölçüsünü belirleyen bir terazinin kefesine dönüşen aşığın başına her saat bin taş değer. Beyit, o kadar matematiksel bir kesinlikle kurulmuş ve pazar, terazi, terazi kefesi ve taş kavramlarını içeren canlı bir sahne üzerinden öyle güçlü bir aşkla işlenmiştir ki, Aliaga Vahid’den bu mükemmeliyeti beklemek adil olmazdı. Ancak A.Vahid’in ustalığı, bu iki mısraya üç mısralık bir giriş ekleyerek Fuzuli’nin beyti için duygu ve his dolu bir zemin hazırlamasında yatmaktadır:
Xəyal eylər görən bir bülbüləm gülzari-eşq içrə,
Yaxar gülzarı naləm ahi-atəşzari-eşq içrə.
Məni sevdayi-həsrətdir yaxan azarı-eşq içrə.
Bu mısralarla A.Vahid, Fuzuli’nin beytindeki kederin ve zorluğun esasının aşk ve sevgi hasreti olduğunu belirtmek ister. Onu görenler, aşk bahçesinde bir bülbül olduğunu zanneder; oysa ki aşkın ateş yurdunun ahları içinde, onun iniltileri bahçeyi yakar ve onu mahveden de sevgi hasreti olur. Bu mısralar, Fuzuli’nin beytiyle tam anlamıyla birleşir ve kaynaşır. Neredeyse tek bir sanatçının kaleminden çıkmış bir eser izlenimi yaratır.
Aliaga Vahid’in şiirlerinde, Fuzuli’den farklı olarak, belirli bir dönemin olaylarına realist bir yaklaşım görülür. Burada vatan, hakikat, fakirlik, mazlumluk, zulümkarlık gibi ifadeler, romantik Fuzuli şiirinden farklı olarak A.Vahid’in şiirlerini somut bir dönemle, onun içinde yaşadığı atmosfer ve manevi durumla ilişkilendirir.