Еlm kəsbilə rütbе-yi rifət
Аrizu-yi mühаl imiş аncаq.
Еşq imiş hər nə vаr аləmdə,
Еlm bir qiyl ü qаl imiş аncаq.
Fuzuli’ye aşk gözleriyle bakıldığı içindir ki, Türk dünyasının en güçlü şairlerinden biri olan Tevfik Fikret (1867–1915) bu şiirini yazmış ve Üstad’ın asırlar ardından gelen gerçek simasını canlı bir şekilde ortaya koymuştur:
Əsərlərində bu sеvdаlı çöhrədir zаhir,
Bu çöhrə məncə Füzuliyə çох münаsibdir.
Bu çöhrə çöhrе-yi qəm, çöhrе-yi məhəbbətdir,
Məhəbbətin оnа təsiri bir əlаmətdir.
Sеvər və sеvdiyi şеy dərddir, müsibətdir,
Səfаsı, nəşəsi yохdur, bütün küdurətdir.
Tevfik Fikret’in bu şiiri, Bakü’de ilk kez 1925 yılında Fuzuli’ye adanmış bir makaleler derlemesinin başında yayımlanmıştır. Bu şiirin yalnızca bir şiir olmadığını, aslında Fuzuli mirasının çok ustaca bir analizini içerdiğini, Fuzuli’nin edebi mirasını iyi bilenler fark eder. Yani bu şiir, yalnızca güçlü bir kelime ustasının Fuzuli’nin bazı şiirlerini okuduktan sonra oluşan izlenimleri değil; Fuzuli’yi tüm yönleriyle okuyup özümsemiş, onu tam anlamıyla hisseden bir bilge kalemin çizdiği bir portredir.
Tevfik Fikret, aslında yalnızca bir şair değil, bir filozof ve edebiyat bilimcisiydi. Fuzuli’yi anlattığı bu zarif manzumede, bu üç özelliği bir aradadır.
Türk dilli edebiyatta Fuzuli’ye sayılamayacak kadar çok benzetme yapılmış; yüzyıllarca onun üslubu, yolu ve konuları takip edilmiştir. Ancak, takipçilerin Fuzuli ile uyum sağlaması sadece nazirelerle sınırlı kalmamış, farklı dönemlerin şairleri ona duydukları sevgiyi ithaf şiirlerinde de yansıtmıştır.
20. yüzyılda bu tarz şiirlerden ilkini, Ahmed Cevad (1892–1937) yazmıştır ve bu şiir de, Tevfik Fikret’inki gibi, sadece hayranlık ya da Fuzuli’ye duyulan takdiri ifade etmemiştir. Bu eser, İstiklal şairi Ahmed Cevad’ın Azerbaycancı ve Türkçü bir bakış açısıyla Üstad’ın özünü açmaya, onun yaşamıyla edebi mirası arasındaki bağlantıları tasvir etmeye ve Fuzuli’nin nasıl büyük bir şair haline geldiğinin temel sebeplerini açıklamaya yönelik bir çabasıydı:
Dörd yüz ildir tutulmuşlаr bir аdsız dərdə,
Ummаqdаdır yаlnız оndаn dərdinə çаrə.
Dörd yüz ildir hər ölkədə türk оlаn yеrdə
Hər bir sеvən qəzəl yаzаr sеvgili yаrə.
Cаn içirən əyаğçıyа döndü Füzuli,
Hər şаirə bir içim mеy sundu Füzuli.
1925’te Füzuli’nin ne doğumunun ne de ölümünün yuvarlak bir yıldönümüydü. Ancak tam o yıl Bakü’de Füzuli’nin ilk yubiyleyi (yıldönümü kutlaması) düzenlendi ve dönemin milliyetçi Azerbaycan aydınları, “Şairin yaratmaya başlamasının 400. yılı”nı kutlamak istediler. Gerçek tarihe bakıldığında bu, uydurulmuş bir seçimdir. Çünkü bu hesaba göre Füzuli’nin 1525’te yaratmaya başladığı iddia ediliyordu. Oysa 1925 yılında Azerbaycan’da, Füzuli’nin yaratmaya çok daha önce başladığı, 16. yüzyılın başlarında birçok eser verdiği ve 20. yüzyılda yeterince tanınan bir sanatçı olarak kabul edildiği belli olmuştu. Peki, “Azerbaycan Edebiyat Cemiyeti” etrafında toplanan vatansever bilim insanları ve yazarlar, hangi sebepten dolayı o yıl Füzuli’nin yubiyleyi kutlamaya karar verdiler ve ayrıca Füzuli’nin bir derlemesini çıkarmaya karar verdiler?
O dönemde Sovyet Azerbaycan’ında, Kremlin’den gelen talimatlarla, millî özellikleri eritip yok etmek, belirsiz bir Sovyet halkı yaratmak amacıyla, tara, mugamata, çadıraya, Arap alfabesine, Kız Kulesi’ne, Füzuli’ye karşı Bolşevik mücadeleleri başlamıştı. Kızıl ideolojiye sahip çılgın savunucular, bunların her birinin halkı ve ülkeleri geçmişe bağladığını düşünüyorlardı ve bu yüzden tüm bu değerlere karşı savaş başlatarak “Dolo!” – “Reddedilsin!” diye haykırıyorlardı.
“Varlığından habersiz olmak en büyük günah, en büyük nankörlüktür” diyerek Azerbaycan Edebiyat Cemiyeti, Füzuli’nin bu değerli ismini sonsuza kadar onurlandırmak için gerçek bir evlatlık borcunu yerine getirmeye çalıştı.
O zamanlar Füzuli’yi korumayı başarmışlardı, ancak kendilerini bu fırtınalardan kurtaramamışlardı. Bu gecede yer alanlar ve o dönemde yazılarını kaleme alanlar, Ismail Hikmet gibi Türkiye’ye gitmiş olanlar hariç, çoğunluğu – başta Bekir Çobanzade ve Ahmed Cavad olmak üzere – rejim tarafından yok edilmişti. Onları yalnızca Füzuli’ye duydukları sevgi yüzünden öldürmemişlerdi; aynı zamanda milli değerlere olan sevgileri ve sadakatleri yüzünden de öldürmüşlerdi.
İngiliz doğubilimci E. Gibb (1857–1901), Füzuli’yi “Gittiği yolda kendisinden önce bir örneği olmayan” biri olarak tanımlamıştır. Yani, bu yolda o zamana kadar onun yaptığı bir şey yapılmamıştı. Ama Füzuli’nin birçok halefinin olduğu gibi, eski Yunanlardan başlayarak Doğu’nun çeşitli zekâ sahiplerine kadar bir çok selefi de vardı. Füzuli’nin icadı, bilinenin temeli üzerinden bilinmeyeni ortaya çıkarabilmesiydi. Öğretmenleri olduğu halde o kadar yüksek bir öğretmenlik seviyesine ulaşmıştı ki, kendisinin de öğretmeni olması inanılmaz bir durumdu. Füzuli’ye birçok değer verilmiş ve verilmeye devam edilecektir. Ancak eski tarihçilerin “Sözün Rehberi”ne yönlendirdikleri övgüleri her zaman minnettarlıkla hatırlamalı, çağdaş değerlendirmelerden ayırmalıyız.
Çünkü Füzuli’nin benzersizliği, eşsizlik ve birinciliği gerçek olarak şuurumuza ilk yerleşenler onlar olmuştur. Aşık Çelebi, 1566’da tamamladığı “Meşahir-üş-şuara” adlı tezkiresinde Füzuli’yi Bağdatlı şairlerin ustası olarak tanıttıktan sonra, “gönlü aşk harabeleriydi” diyerek bu sanatkârın eserlerinin halk arasında ezbere okunduğuna dikkat çekmiştir: “Bağdat ve Diyarbakır vilayetlerinin şairlerinin hepsi onun eserleridir.”
Sam Mirza, 1550’de yazdığı “Töhfe-yi Sami” adlı eserinde Füzuli’ye değer verirken dikkatli bir şekilde bu şairin eserlerini sevgiyle ve doğrudan övmüştür: «Mövlаnа Füzuli dаr üs-səlаm Bаğdаddаndır və оrаdаn оndаn güçlü şаir çıхmаmışdır».
Beyani Mustafa bin Carullah’ın 1592’de yazdığı “Beyani tezkiresi”nde de Füzuli’nin benzersizliği dikkat çekmiştir: “Tarzında ferid, yönünde bir tek şair-i belagatşuar ve nazım-ı fesahattisar’dır.”
Amin Ahmed Razi, 1593’te yazdığı “Heft iklim” adlı eserinde, Füzuli’nin zekâ ve bilginin çoğu arkadaşı ve çağdaşlarından üstün olduğunu belirterek, onun daha da fazla akıl ve zeka ile fark yarattığını kabul etmiştir.
Ali Mustafa bin Ahmed, 1593–1597 yılları arasında kaleme aldığı “Künh ül-ahbar” tezkiresinde Füzuli’yi Türk dilinde şairler arasında benzersiz birinci olarak görüyordu: “Memâlik-i Şerg’de Türkçe şiir söyleyenlerin ustasıdır.”
Ancak tarihçi bununla yetinmeyerek, Füzuli’nin kişisel özellikleri hakkında da söz etmiş, halk arasındaki ününün yüksek dereceden olduğunu vurgulamıştır: “Özel tarzı, Arap, Fars ve Türk eserlerini derinlemesine anlayan, kelamıyla daima hayranlık uyandıran bir bilge şairdir.”
Kitapdar Sadıkî’nin 1598’de tamamladığı “Mecme ül-hevas” tezkiresinde Füzuli’yi diğer tezkirecilerden farklı olarak Bağdatlı, Kerbelalı, Hilleli, ya da başka bir yerden değil, tam anlamıyla “beyat” diye sunarak ve şartsız bir şekilde üç dildeki şiirlerini doğuran bir yeteneğe sahip olduğunu vurgulamaktadır: “Gerçekten hiç kimse bu yetenekle Türkçe, Farsça, Arapça kelamı bu kadar etkileyici yazabilmiş değildir.”
1609’da tamamladığı “Riyaz-üş-şüara” tezkiresinde ise Muhammed Riyazi, Füzuli’nin Türkçe “Hamsesini” yazdığını ve onun eşsiz kaleminin mucizelerinin, binlerce söz ustasını hayret içinde bıraktığını tasdik etmiştir: “Binlerce usta, belagat atölyesinin elinde şaşkınlık içinde kalmıştır.”
Tezkire “zikr” kelimesinden türetilmiştir. Zikr, yani hatırlamak, anmak, övmek anlamına gelir. Ancak zikr’in başka bir anlamı da vardır ki, Füzuli hakkında bu ifadeler ona daha çok yakışır. Zikr – dua, virdtir. Füzuli hakkında bu kelimeler, onun yüce ismine edilen dualar gibi yankılanmaktadır. Her bir şiirinin dua gibi, gizli bir kelam gibi zarif bir şekilde yankılandığı gibi.