Prof. Dr. Lale Alizade:
Muhammed Fuzuli’nin ölümsüz aşk destanı Leyla ile Mecnun’da, eserin baş kahramanı Kays’ın (Mecnun) dünyaya gelişi sıradan bir fizyolojik süreç değil, aksine lirik-psikolojik bir atmosfer içinde romantik bir şekilde, sıra dışı bir olay olarak şu şekilde tasvir edilir:
Ol dəm ki, bu xakdanə düşdü,
Halını bilib fəğanə düşdü.
Axır günün əvvəl eyləyib yad,
Axıtdı sirişkü, qıldı fəryad.
Yəni ki, vücud dami ğəmdir,
Azadələrin yeri ədəmdir.
Görüldüğü üzere, ilk bakışta Fuzuli’ye göre özgür olanların yeri “yokluk”tur. Peki, neden? O zaman özgürlük arzusu ne içindir? Özgürlüğe ulaşma tutkusu ve bu yolda mücadele neden gereklidir? Fuzuli araştırmalarında bu tür, cevabı nispi olan, insanlığı sürekli düşündüren, hayati ve mantıki soruların çeşitli felsefi yorumlarıyla karşılaşırız. Çünkü Fuzuli’nin toplumun dikkatine sunduğu bu tür sorular, birçok farklı ve bazen çelişkili yaklaşımlara kapı açar. Belki de Fuzuli’nin eserlerinin büyüsü buradadır.
Fuzuli, özgürlük üzerine yazdığı lirik şiirlerinden birinde şöyle der:
Ney kimi, hərdəm ki, bəzmi-vəslini yad eylərəm,
Ta nəfəs vardır quru cismimdə, fəryad eylərəm.
Ruzi-hicrandır, sevin, ey mürği – ruhim kim, bu gün
Bu qəfəsdən mən səni, əlbəttə, azad eylərəm.
Bilmişəm, bulman vüsalın, peyk bir ümmid ilə
Gah-gah öz xatiri-naşadımı şad eylərəm.
Lövhi-aləmdən yudum əşk ilə Məcnun adını,
Ey Füzuli, mən dəxi aləmdə bir ad eylərəm.
Şair, gönül kuşunu, ayrılık günü bile olsa, bu kafesten azat etmeye hazırdır…
Büyük Fuzuli araştırmacısı Mir Celal Paşayev bu konuda şöyle yazar:
“O, özgürlüğü ve cesareti, şairin temel karakteri olarak görür. Bunlar olmadan samimi bir şiir olamaz. Samimi olmayan bir şiire de şiir denilemez. Fuzuli, sanatın özgür ortamını her zaman açık ve aydınlık görmek ister. Bu serbestlik ve cesaret duygusu, Fuzuli’nin şiirlerinin hemen hemen hepsinde kendini açıkça gösterir.”
Ancak Fuzuli’nin özgürlük anlayışı görelidir:
Tutuşdu qəm oduna şad gördüyün könlüm,
Müqəyyəd oldu ol azad gördüyün könlüm.
Füzuli eylədi ahəngi-eyşxaneyi-Rum,
Əsiri-möhnəti-Bağdad gördüyün könlüm.
Bu lirik-aşıkane gazelin sonunda yer alan matla, toplumsal bir ruhla ve vatan özlemi motifine dönüşerek doruk noktasına ulaşır. Baştan sona tezatlarla bezenmiş bu gazelde, en çok dikkatimizi çeken şair gönlünün başlangıçta neşeli, ardından kederli; önce özgür, sonunda ise zincire vurulmuş olmasıdır.
Ünlü edebiyatçı Mirzaga Guluzade bu konuda şöyle yazar:
“Fuzuli’nin lirikalarındaki keder, derin toplumsal köklere sahip bir vatandaşlık kederi, halkın kederidir. Fuzuli, aşkının içeriğinde özgürlük, sevgi saadeti özlemiyle yaşayan insanların istek ve arzularını ifade ediyordu.”
Bu noktada, özgürlük kavramı vatan sevgisiyle birleşir; ayrılık, hicran ve vatan özlemi, özgürlük arzusunda sanatsal bir çözüm bulur. Ancak ilerleyen beyitte, şairin lirik kahramanı, ayrılık gününün geldiğinden dolayı sevinir. Çünkü burada ruhun özgürlüğü anlatılmaktadır. Beden, ruhlar aleminden geçici olarak kopmuş gönül kuşu için bir hapishane — bir kafes — olarak tasvir edilir. Bu düşünce, Ruhname eserinde daha kapsamlı şekilde ele alınır. İnsan, kendi aslına dönmek için sürekli özlem içindedir; bu da Orta Çağ’ın dini-idealist anlayışlarının ve tasavvuf düşüncesinin sanatsal-estetik bir yansıması olarak değerlendirilebilir.
Ruhname ya da Hüsn ve Aşk adıyla da bilinen, alegorik tarzda yazılmış Sıhhat ve Maraz adlı eserde, ruhlar diyarından (alemi-ceberut) insanlar âlemine (alemi-nasut) düşen simgesel bir karakterin — ruhun macerası — üzerinden şair bu konuyu hem toplumsal-felsefi, hem eğitici, hem de bilimsel bir perspektiften işler. Burada ruhun özgürlük arzuları bireysel ve öznel bir nitelik taşısa da, toplum ve devlet meseleleri dini-tasavvufi fikirlerin mecaz ve metafor katmanında ifade bulur.
Özgürlük arzusunun tam anlamıyla işlendiği yer, Leyla ile Mecnun destanıdır. Burada özgürlük, aşk zemininde ele alınsa da, aslında özgürlük ve aşk bir araya sığmayan kavramlardır. Mecnun, aşkını çöl hayatında, doğanın özgür kucağında bulur ve burada hayvanlar ve kuşlar aracılığıyla sevgisini idealleştirir.
Mecnun, dönemin taleplerine uygun düşmeyen, özgürlükçü yapısı ve entelektüel özellikleriyle çevresinde anlaşılmayan bir birey olarak farklılaşır. Aşkta ikilik yoktur; biri diğerine bağlıysa, bireyin özgürlüğü elinden alınmış demektir. Poemada buna dair birçok örnek vardır. Mecnun’un, Leyla’nın koluna kan almak için neşter vuran hekime yakarışını hatırlayalım:
Fəsd eylədi ol buti-pərizad,
niş urdu onun qoluna fəssad,
diyerek, “Bir bedende iki ruh” olduklarını ifade eden Mecnun, Leyla’nın kolundan kan alınmasından büyük acı duyar.
Ölüm döşeğindeyken annesine vasiyet ederek, Mecnun’a kötü söz söylenmemesini ve ona iyi davranılmasını istemesi de aynı duyguyu taşır. Sonunda, Leyla’nın mezarı başında can veren Mecnun’un aşkıyla birlikte toprağa teslim edilmesi, Fuzuli’nin sanatsal-estetik mantığının ve aşk felsefesinin son, doruk noktasını oluşturur. “Dəymə qeydi çəkməzəm, aləmdə bir azadəyəm”, diyen her iki âşığın aynı mezarda yatması, hem bedenen hem de ruhen “güsl” etmeleridir; yani, ölüm temizliğiyle dünya acılarından kurtulmalarıdır.
Bu nedenle, tanınmış edebiyatçı Azizaga Necefzade, Fuzuli’nin aşka olan yaklaşımını şöyle tanımlar:
“Şair, aşkın en yüce duygu olduğunu, insana şeref kazandırdığını, delilik değil aksine akli olgunluğa vesile olduğunu sanatsal bir şekilde kanıtlamaya çalışır ve her beyitte bu düşünceyi daha da pekiştirir.”
Sonuç olarak, Fuzuli’nin âşıkların özgür olmadığını, gerçek sevenlerin sevdiklerinin esiri, kulu, kölesi olduğunu söylemesi tesadüf değildir. Şaire göre, gerçek bir âşık ancak öldüğünde, yokluk alemine kavuştuğunda tam anlamıyla özgür olabilir.