FUZULİ’NİN BİR GAZELİ HAKTA

Doç. Dr. Azizağa Necefzade:


Muhammed Fuzuli’nin “Etmezmidim?” redifli gazeli, biçim ve içerik açısından son derece mükemmel bir eserdir. Her beyitte sanatlı bir soru kullanılması, çeşitli sanatlı betimlemeler ve benzetmelerin yer almasıyla dikkat çeken gazel, aşkın hem insani hem de sufi yönünün ustaca işlendiği lirik örneklerden biridir. Burada şair, aşkın en yüce duygu olduğunu, insana onur getirdiğini, delilik değil, aksine akıl olgunluğuna giden yolu açtığını sanatsal bir şekilde kanıtlamaya çalışır ve her beyitte tamamlanan düşünce ile buna daha da yaklaşır. İlk beyitte yazar: 

“Əql yar olsaydı, tərki-eşqi-yar etməzmidim? 

İxtiyar olsaydı, rahət ixtiyar etməzmidim?” der. 

Beytin harfi manası şudur: Eğer akıl bana dost olsaydı, ben de başkaları gibi aşkı terk edebilirdim, eğer iradem olsaydı, aşkın acısından kurtulup, kendi isteğimle dilediğim şeyle meşgul olurdum. 

Bu beyit, şairin diğer gazelleriyle de örtüşmektedir. Bilindiği üzere aşk, insanın iradesini elinde tutar ve manevi dengesini bozar. Bu da onun halk arasında “cünun”, “deli”, “aşk hastası” gibi adlarla anılmasına sebep olur. Fuzuli’nin haleflerinden Aliga Vahidin bir itirafını hatırlayalım: 

“Demə Məcnuna dəli, bəlkə də Leyla dəlidir, 

Eşq olan yerdə bütün alimü dana dəlidir.” 

Beytin harfi manası şu şekildedir: Eğer Mecnun’u aşık olduğu için deli olarak kabul ediyorsak, o zaman Leyla’ya da deli demeliyiz. Çünkü aşklık, öyle bir durumdur ki, o psikolojik anı yaşayan her insan, ister alim olsun, ister bilgili, başkaları tarafından deli olarak değerlendirilir. 

Yani şair, yukarıdaki beyitte şunu anlatmak istiyor: Aşkı yaşayan insan, duygularına tam hakim olamaz ve iradesini kaybeder. Fuzuli’nin tabiriyle, seven âşık, durumuyla mutlu olur. Aşkın deli olduğu bir hal, doktorun ona tedavi etmesine, aşkı kafasından çıkarmasına gerek duymaz: 

“Var bir dərdim ki, çox dərmandan artıqdır mənə, 

Qoy məni dərdimlə, dərman eyləmə, var, ey həkim!” 

Erken Orta Çağlarda aşık olan kişi deli sayılır, aşklık ise hastalık olarak kabul edilirdi; insanın insanı sevmesi ise günah sayılıyordu. Belki de onu deli sayıp zincirle bağlarlardı. Ancak âşık bu durumu kabullenir. Fuzuli’nin ünlü:

“Tövqi-zənciri-cünun daireyi-dövlətdir,

nə rəva kim, məni ondan çıxara zərfi tənim”

beyitinde olduğu gibi, âşık bağlandığı direğin çizdiği çemberi, hiç kimsenin geçemeyeceği bir devlet gibi görür ve bu da âşığa gurur verir.  Tahlil ettiğimiz gazelin bir sonraki beyitinde: 

“Ləhzə-ləhzə surətin görsəydim, ol şirinləbin, 

Sən kimi, ey Bisütun, mən həm qərar etməzmidim?” 

Şair, Nizami’nin “Xosrov və Şirin” adlı eserindeki Ferhat hikayesini hatırlatır. Ferhat, Bisütun’a üstün gelir ve onu fethedebilir çünkü o, kürekle kazdığı dağın üzerinde sevdiği güzelin yüzünü çizer, heykel yapar. Dağ, yerinde sabit durur çünkü yüzünde sevgilinin çizgileri belirginleşir, olgunlaşma yoluna girmeye başlar ve yavaşça aşık olduğu kişinin simasını kendisinde yansıtmaya başlar.  Şairin başka bir gazelinden öğreniyoruz ki, dağ bile bu güzellik karşısında hayran kalan âşığın derdine ortak olur. Onu bu halde gören dağ, oracıkta hayretle donakalır: 

“Heyrət, ey büt, surətin gördükdə lal eylər məni, 

Surəti-halım görən, surət xəyal eylər məni.” 

Aslında, dağın statik durumu onun normal halidir. Ancak Fuzuli, her zamanki gibi sıradanlıkta olağanüstülük bulur ve bir mucize yaratır; lirik kahramanını kendisiyle kıyaslar. Şair, parça parça güzeli gören dağın sakinliğine hayret eder, kendi şaşkın dolanışlığının sebebini ise aşkına kavuşamamış olmasıyla açıklar. Fuzuli, Ferhat’ın parçaladığı dağı, sevgilisini adım adım gören âşığa benzetir. Nasıl ki Ferhat, küreğiyle dağdan bir parça ayırıyorsa, sevgilisini zerre zerre gören âşığın kalbinden de damla damla akan ah ve sızılar onu parça parça eder: 

“Ləhzə-ləhzə könlüm odundan şərərlərdir çıxan, 

Qətrə-qətrə göz tökən sanmın sirişkim qanıdır.”

Burada şair, Musa Peygamber ile ilgili bir olayı hatırlatır; Allah’ın elçisi Yaratan’ı görmek istediğinde, önce karşıda duran dağa kendisini gösterir. Âlemlerin Rabbi dağa tecelli ettiğinde dağ paramparça olur, Musa ise bayılır ve ayıldığında bu isteği için tövbe eder. Yani dağ bile böyleyken, aşkın mükemmel yüzünü detaylı şekilde görmek mümkün değildir, dağ gibi parçalanır. Gazelin sonraki beytinde:

Nişə məhrəm eylədin şəmi, məni məhrum edib,

Mən sənin bəzmində can nəqdin nisar etməzmidim?

Bu beyitde şair kendisini yanan bir muma benzetir. Bildiğimiz üzere, evlenmemiş bir kız gece odasına çekildiğinde kimse onu görmez. Kız, karanlık odasını aydınlatmak için bir mum yakar. Mum ona yakın olsa da, onun güzelliği karşısında eriyip yok olur. Lirik kahraman buna karşı çıkar ve bu onurdan mahrum bırakılmasına olan kaderini lanetler. Yanmada mumdan daha usta olduğunu belirtir ve sevgilisinin meclisine canını hediye etmeye hazır olduğunu gösterir. Bilindiği üzere, misafirler davetli olduklarında boş elleriyle gelmez, bir hediye ile gelirler. Mumun hediyesi de kendini aşk yolunda feda etmektir. Gerçekten de mumun esas fonksiyonu yanmaktır. Bu beyitte de Füzuli, alçakgönüllülüğü olağanüstü bir şekilde sunmuş ve okuyucuda hayranlık uyandırmıştır. Bir sonraki beyitte şöyle okuyoruz:

Dərdimi aləmdə pünhan tutduğum naçardır,

Uğrasaydım bir təbibə, aşkar etməzmidim?

Aşkın derdinin tedavisinin imkansız olduğunu söylemeye çalışan şair, tabibe giden hastanın derdini açıklamasının ne kadar önemli olduğuna dair bir edebi araç kullanır. Aşk hastalığının ilacının yalnızca aşık ve sevgilisi arasında olduğunu göstermeden, hastalığını çevresinden gizlemesinin çaresizlikten kaynaklandığını belirterek, aslında buna dikkat çeker. Gazelin bu beyti, şairin başka bir eserinden bir bölümü hatırlatır:

Eşqdən canımda bir pünhan mərəz var, ey həkim!

Xəlqə pünhan dərdim izhar etmə zinhar, ey həkim! Bazen öyle hastalıklar olur ki, onu yalnızca doktordan başka kimseyle paylaşamazsınız. Füzuli de aşk hastalığının böyle çaresiz bir hastalık olduğunu söyler. Bu hastalığın ilacı aşıkların birbirlerine kavuşmasıdır; sevgilisinden başka bu derdi hiçbir şey iyileştiremez. Analiz ettiğimiz gazelin bir sonraki beyti ise şöyle:

Yar ilə əğyarı həmdəm görməyə olsaydı səbr,

Tərki-qürbət eyləyib, əzmi-diyar etməzmidim?

Şiirin bu beyti, gazelde bahsedilen aşkın öncelikle gerçek – insani aşk olduğunu kanıtlar. Lirik kahraman, vatanını terk etmesinin temel nedeninin, sevgilisinin başkasıyla olmasına katlanamaması olduğunu ifade eder. Burada sanatçı, kıskanclığından şikayet eder. Eğer bu duygu olmasaydı, sevgilisinin kokusunun yayıldığı yerden göç etmezdi. Çünkü şair için, sevgilisinin olduğu yer Vatan’dır.

Gazelin bir sonraki beyti ise şöyle:

Vaizin küfrün mənim rüsvalığımdan qıl qiyas,

Onda sidq olsaydı, mən təqva şüar etməzmidim?

Gazelin bu beyti, şairin Farsça yazdığı ünlü nesir eseri “Rindü Zahid” ile uyumludur. Beyitte başkasına öğüt veren din adamının günahlarıyla kendi rezilliğini karşılaştırmayı isteyen lirik kahraman, vaizdeki ibadetin kalpten olmadığı için, kendi nefsini, dini itaate yönelme amacını seçmediğini söyler. Bu karşılaştırmanın önemsiz olduğunu belirtir.

Gazelin bir sonraki beytinde şunu okuruz:

Ol güli-xəndanı görmək mümkün olsaydı mənə,

Sən tək ey bülbül, gülüstanə güzar etməzmidim?

Beyitte sevgilisini yeni açan bir kırmızı gül gibi betimleyen aşık, onu görmeyi arzularken, kendisini gülün kokusuyla sarhoş olmuş bülbülle kıyaslar ve onu kendisinden daha mutlu sayar. Başka bir gazelinde şair, bülbülün kalbinin güle bağlı olduğunu şöyle anlatır:

Bağə gir bülbülə ərzi-güli-rüxsar eylə,

Yıq gülün irzini bülbül gözünə xar eylə..”

Yani, eğer bahçeye girmek istiyorsan, bülbüle gülü anlat, sevgilinin güzelliğini överek. Eğer bülbülü mahvetmek istersen, gülü kes, kökünden ayır.

Ey Füzuli, daği-hicran ilə yanmış könlümü

Lalələr açsaydı, seyri-laləzar etməzmidim?

beyiti gazelin son beyiti aslında genel temayı tamamlar. Şair, ayrılık acısıyla yaralanmış ve hicran dağı altında ezilmiş kalbini lalelerle süslenmiş bir bahçeye benzetir.

Bilindiği üzere, aşk derdine düşen birini tedavi etmek isteyen kişiler, ruhuna hakim olan cinleri bedeninden çıkarmak için uzuvlarına dağlar basarlardı. Şair ise buna çok mantıklı bir şekilde itiraz eder. Bedenin dağ yaralarından kızardığını, Füzuli, “lalelerin açması”na benzeterek bunun önemsiz olduğunu gösterir, çünkü en büyük dağ, aşıkların kalbine hicranla basılmaktadır.

Başka bir ünlü gazelinde şair, ilk beyitten itibaren aşkının onu yalnızca ölümün ayırabileceğini söyler:

Pənbeyi-daği-cünun içrə nihandır bədənim,

Diri olduqca libasım budur, ölsəm kəfənim.

Görüldüğü gibi, lirik kahraman, aşkı uğruna ölse, üzerine basılan dağların üstünden çıkan pamukların kefenini oluşturacağını belirtir. Bilindiği üzere, İslam dinine göre yalnızca şehitler kefensiz gömülür. Şair de aşk yolunda ölenleri, amacı uğrunda ölen şehitlere benzetir. 

Social media

Bize mesaj gönder

Scroll to Top