Prof. Dr. Mustafa İsen:
Türkçenin konuşulduğu alanlarda en çok okunan şairlerin başında Fuzuli gelir. Nitekim yazma eser bulunduran yerli ve yabancı kütüphaneler bu açıdan gözden geçirilirse, Fuzuli’nin özellikle Türkçe Divanı’nın sayısının benzer örneklerle mukayese edilemeyecek kadar büyük rakamlara ulaştığı görülecektir. Divanın yurt içi ve yurt dışındaki kütüphane ve özel koleksiyonlarda 200’den fazla yazması mevcuttur. Bağdat, Basra, Budin, Diyarbakır, Edirne, İsfahan, İstanbul, Kerbelâ, Kerkük, Meraga, Necef, Tebriz ve Yenipazar’da Fuzûlî’nin eserlerinin istinsah edilmesi şairin çok geniş bir coğrafyayı etkilediğini göstermesi açısından önemlidir.
Ben Fuzuli Divanı’nın matbu nüshalarını tanıtarak matbaanın Doğu toplumlarında yaygınlaşmasının ardından en çok basımı yapılan divanın da bu eser olduğunu göstermeye, sonra da bunun sebeplerini izah etmeye çalışacağım.
Eldeki bilgilere göre Fuzuli Divanı’nın ilk baskısı 1828 yılında Tebriz’de yapılmıştır. Bunu 1831’de yine Tebriz ve 1838 yılında Bulak baskıları izler. Tebriz’de 1850 yılında divanın üç baskısı yapılmıştır. 1852 yılından itibaren İstanbul baskıları da devreye girmeye başlar. Aynı divanın 1883 yılında Taşkent, 1882 yılında Hive, 1944 yılından itibaren ise Bakü baskılarıyla karşılaşıyoruz. Bu tarihlerden itibaren Fuzuli Divanı Tebriz, Bulak, İstanbul, Hive, Taşkent ve Bakü’de müteaddit defalar, hatta bazı şehirlerde yılda birkaç kez basılmıştır ki bunları şöyle sıralayabiliriz:
Tebriz: 1828, 1832, 1850 (3 adet), 1852, 1854, 1856, 1860, 1871, 1877, 1883,1995, 1995, 2005.
Bulak: 1838, 1867.
İstanbul: 1852, 1867, 1869, 1874, 1878, 1879, 1885, 1891, 1897, 1900, 1902, 1909, 1910, 1911, 1924, 1948, 1950, 1958, 1961, 1968, 1972, 1990, 2012, 2024.
Hive: 1882.
Taşkent: 1883, 1884, 1888, 1889, 1891, 1893 (3 adet), 1894 (2 adet), 1895 (2 adet), 1896 (3 adet), 1897 (2 adet), 1898, 1990 (2 adet), 1901 (2 adet), 1902, 1903 (2 adet), 1905 (4 adet), 1907 (3 adet), 1908, 1909 (2 adet), 1910, 1912 (4 adet), 1914 (2 adet), 1915 (2 adet), 1916.
Bakü: 1944, 1948, 1958, 1982, 1984, 2005. Türk dünyasında XX. yüzyıl başlarında ortaya çıkan siyasî istikrarsızlıklar adı geçen bu kültür merkezlerinin cazibelerini kaybetmelerine sebep olmuş, siyasî ve askerî alanlardaki gerilemeler bilim ve kültür hayatını da ister istemez etkilemiştir. Bu etkilerden asıl darbeyi de klasik şiir yemiştir. Sözü edilen gelişmeler Batıda Osmanlı Devleti’nin dağılmasına, Doğuda da Türk bölgelerinin birer birer Rus hakimiyeti altına girmesine sebep olmuştur. Bu manzara, klasik şiire olan ilgiyi özellikle baskı düzeyinde bıçakla keser gibi kesmiştir. Bunu Fuzuli Divanı’nın baskı tarihlerinden açıkça izlemek mümkündür.
Bir mukayese imkânı vermesi açısından Türk edebiyatının başka büyük isimlerinin matbu divan nüshalarını da zikrederek meseleyi biraz daha gözler önüne sermek istiyorum: Örneğin, Türk dünyasının yine çok yakından tanıdığı Nevaî’nin divanı beş, Nesimî’nin onbeş, Osmanlı edebiyatının Sultanü’ş-Şuarâsı Bakî’nin divanı beş, Nefî’nin altı, Şeyh Galib’inki beş defa basılmıştır.
Peki Fuzuli’yi Türk edebiyatının bütün diğer şairlerinden farklı kılan husus nedir? Bir başka ifade ile onu Türk dünyasının köprü ismi haline getiren özellik nedir? Niye Kahire’den Taşkent’e, Hive’ye kadar divanı ve onunla birlikte başka bazı eserleri basılıp satılma imkânı elde etmiştir? Bu soruların cevabını onun şiirinin belli başlı özelliklerini sayarak ifade edelim:
Fuzuli, klasik edebiyatın bütün şekil ve türlerinde eserler vermiş olmakla birlikte asıl başarılı olduğu tarz gazeldir. Bunun için daha çok gazel şairi olarak tanınmıştır. Bir kere Fuzuli’nin kaleme aldığı bütün eserlerin alt yapısı son derece sağlamdır. Kendisi, Arap, Fars ve Türk dillerini çok iyi bilen âlim bir şairdir; ilimsiz şiiri temelsiz duvara benzetir. Ama klasik şairler içinde bu özellik pek çok şaire teşmil edilebilir. Hayalî gibi birkaç isim istisna edilecek olursa klasik şiir, belli bir bilimsel taban üzerinde yükselen örneklerden ibarettir. Öyleyse onun bu özelliği, önemli sayılmakla birlikte, ayırt edici bir vasıf olmaktan uzaktır.
Fuzuli’nin şiirinin bir diğer özelliği ise lirik olmasıdır. O, düşüncelerini, heyecanlarını, üzüntülerini, olduğu gibi okuyucusuna aktaran ve her biri “sehl-i mümtenî” olarak tanımlanabilecek şiirler kaleme almıştır. Bu şiirler şairin yüreğinden koptuğu için okuyucunun da yüreğine adeta bir kor gibi düşmektedir. Onun sanatının en büyük unsuru ve lirizminin en kuvvetli desteği aşk, mizacının ana mihveri ise güzelliktir. Bu da Fuzuli’de şiirin en önemli hususiyeti olmakla birlikte edebiyat dünyamızda sadece onda görülen bir nitelik değildir. Fuzuli’nin özellikle gazellerinde tasavvuf çok önemli bir unsurdur. Ancak onda tasavvufî mana, şiir mesajlarını iletecek bir form olarak gören gerçek mutasavvıf şairlerde olduğu gibi yüzeyde değildir ve ilk bakışta anlaşılmaz. Bu şiirdeki tasavvufî anlamları çıkarabilmek için derinlere inmek ve bazı ipuçları bulmak lazımdır. Pek çok sufî şairin şiirinde tatsız, didaktik ve sıkı formüller haline getirdiği tasavvuf düşüncesi, Fuzuli’de zihnî bir mefhum olmaktan kurtularak canlı ve mükemmel bir şekle yükselmiştir ki onun asıl sanatkâr kişiliğini gösteren yönlerinden birisi de bu özelliğidir. Fakat onun bu özelliği de önemli olmakla birlikte tasavvuf, klasik şiirde yaygın olarak kullanılmış bir kaynaktır.
Onun üzerinde durulması gereken bir başka yönü de şiirlerini çok manaya gelebilecek şekilde söylenmiş olmasıdır. Bunu onun şiirinde yer alan anlam katları olarak da düşünebiliriz. Bu özelliği ile Fuzuli, çok farklı kültür seviyelerinden gelen okuyucuları kendisine bağlamayı başarmıştır. Onun şiirlerinin ilk bakışta anlaşılan sade bir anlamı vardır. Okuyucu bunu anlar ve zevk alır. Bir de bunun altında ancak düşünülüp bulunabilecek derin anlamlar gizlenmiştir. Eğer okuyanın onu çözebilecek birikimi varsa bu kez yeni yeni güzellikler keşfedilecektir. O zaman okuyanın seviyesine göre, mazmunlar çözülecek, kelimeler ve hayaller arasındaki ilişkiler ortaya çıkacak, tasavvufî anlam gözler önüne serilecek ve böylece şiir bütün zenginliği ile kendini okuyana teslim etmiş olacaktır. Bunun içindir ki yüzyıllardan beri her bilgi ve kültür seviyesindeki okuyucu, Fuzuli’nin şiirini kendince yorumlayarak ondan tat almaya devam etmektedir. İşte bu kadar geniş coğrafî alanlarda bu şiirin bu denli sevilmesinin sebeplerinden biri bu özelliktir. Yakın yıllara kadar şiirle ünsiyeti olan hiç kimsenin ondan birkaç gazeli ezbere bilmemesi düşünülmeyecek bir durumdu. Bugün de özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde, Azerbaycan’da durum bundan farklı değildir. Yine bunun içindir ki tasavvufla ilgisi olan her seviyede insan Fuzuli’yi kendi yoldaşı sayar ve onun şiirlerini ezberler. Hatta bunların arasında Fuzuli hâfızı olanlar vardır. Alevî düşüncesinin yedi büyük şairinden birisinin Fuzuli olması da tesadüf değildir. Kuşkusuz bizim edebiyatımızda onun işlediği konuları ona yakın güzellikte ele alan başka isimler vardır. Mesela Şeyh Galib bunlardan biri olabilir. Ama Galib, şiirini bütünüyle entelektüel seviyede insanların anlayabileceği bir çerçevede söylediği için onun okuyucusu her devirde sınırlı olmuştur. Bu özelliği ile Fuzuli ayarında isimler sadece Türk dünyasında değil dünya edebiyatında da çok fazla değildir.
Fuzûlî’nin şiirlerinde ahenk unsurlarını ustalıkla kullanması özellikle gazel ve murabbalarının bestelenmeye müsait olmasını sağlamıştır. Fuzûlî’nin yüze yakın şiiri farklı bestekârlar tarafından bestelenmiştir. Bu durum da onun şöhretini arttırmıştır. Fuzuli’nin şöhretinin yaygınlığını sağlayan faktörlerden biri de kullandığı dildir. Bilindiği gibi Türk toplumu XIII. yüzyıla kadar tek bir yazı dili kullandı. Bu yazı dilinin merkezi başlangıçtan itibaren IX. yüzyıla kadar Ötüken idi. Daha sonra tarım havzasındaki Hoço ve Turfan şehirleri merkez oldu. X ve XI. yüzyılda Kaşgar ve Balasagun yeni merkezler olarak ortaya çıktılar. Ama bu farklı merkezlere rağmen yazı dili yine tekti. XIII. yüzyılda ise ikinci bir yazı dili doğdu. Bunun adına Batı Türkçesi diyoruz. X. yüzyıldan itibaren Müslüman olmaya başlayan Seyhun boylarında yaşayan Oğuz Türkleri, Bağdat ve çevresinin hilafet merkezinin olmasının da etkisiyle Maveraünnehir, Horasan ve İran’a doğru göç etmeye başladılar. Bu göçü, İran Devleti’nin merkezi otoritesinin yok olması da ayrıca teşvik etmiştir. Gelenler, 1040’taki Dandanakan Savaşı’ndan sonra İran’a yerleştiler. Azerbaycan ve Anadolu’ya doğru devem eden yürüyüşler, 1071 Malazgirt Savaşı’ndan sonra, özellikle de XIII. yüzyılda Cengiz’in ortaya çıkması, onun ve çocuklarının Türkistan’da kalmış olan aşağı yukarı bütün Oğuz Türklerini Azerbaycan ve Anadolu’ya sürmesi, bu bölgeleri artık ebedî Türk vatanı haline getirdi. Orta Asya’daki Türk yazı dilinden bu göçler yüzünden uzak düşen Oğuzlar, yeni coğrafyada mevcut olan Farsça ve Arapçayı yazı dili olarak kullandılar. Böylece Türkçe, bu bölgede başlangıçta konuşma dili, Farsça ve Arapça ise yazı dili olarak kullanıldı. Zamanla bu topraklarda yaşayan yazarlar, Orta Asya’daki yazı dilinden biraz farklı, bölgede konuşulan Oğuz ağzını yazı dili yaptılar ve buna Batı Türkçesi adı verildi. Bu yazı dilinin ilk örnekleri XIII. yüzyılda görülmeye başlanmış, XV ve XVI. asırlarda ise standart bir görünüm kazanmıştır. Böylece Orta Asya’da daha önceden mevcut olan Doğu Türkçesi veya Çağatayca gibi adlarla anılan yazı dilinin yanında bir ikinci yazı dili, Batı Türkçesi ortaya çıktı. Azeri Türkçesi de Batı Türkçesinin iki kolundan biri olarak Irak, Suriye ve İran’ın bazı kısımları ile Doğu Anadolu ve Güney Kafkasya dolaylarında kullanıldı. Bu bölge coğrafi açıdan değerlendirildiğinde Türk dünyasının ortasında yer almaktadır. Bu geçiş noktası özelliğinden dolayı da Azeri Türkçesi hem Osmanlıca hem de Çağatay edebî diline benzeyen hususiyetler arz etmektedir. Nitekim XVII. yüzyıl başında Tezkire’sini kaleme alan Riyazî, Fuzuli’nin dilini “Nevaî lisânına karîb lisânı vardur” şeklinde tarif ediyor. Buradaki ‘karîb’ kelimesine dikkatinizi çekmek istiyorum. Nevaî lisanıyla, yani Çağatayca ile aynıdır demiyor, ona yakındır diyor. İnanıyorum ki aynı yıllarda Çağatay sahasında benzer bir şairler tezkiresi kaleme alınsaydı o tezkireyi yazan da Fuzuli’den söz ederken ondan bu kez “Rum şairleri lisânına karîb lisânı vardur” diyecekti. İşte Azerî Türkçesinin bu özelliği de hem Doğu hem de Batı Türkçesi mensuplarına Fuzuli’yi munis kılmış ve dildeki bu benzerlikler, bu yakınlıklar, tabiatıyla başka üstün tarafları yanında, onun çok okunmasını sağlayan önemli faktörlerden birini oluşturmuştur. Nitekim yüzyılımızda yine bir başka Azerî şair Şehriyâr, kanımca benzer özelliklerden yararlanarak yine yaygın bir şöhret elde etmiştir.
Ortaya çıkan yeni gelişmeler Türkçenin bugün, geçmiş devirlerde Osmanlı ve Çağatay edebî lehçeleri etrafında meydana gelen odaklaşmayı da aşarak, tek bir edebî dil etrafında toparlanma şansını doğurmuştur. Ortak alfabe, ortak imla, ortak yazı dili arayışları içinde olan Türk dünyası için model alınacak isimlerin başında Fuzuli gelmektedir. Türk dünyasında ortaya çıkan derlenme ve toparlanma faaliyetleri de onu ve onun konumundaki sanatçıları yeniden ve daha yoğun olarak gündeme getirecektir. İnanıyorum ki önümüzdeki yıllarda Türkçenin konuşulduğu her bölgede genç nesiller onu yeniden keşfedecekler ve tarihteki konumuna denk bir biçimde eserleri yeniden basılıp satılmaya başlanacaktır.