
Umut NAJJARI:
2025 yılının Haziran ayında İran ile İsrail arasında yaşanan gerginlik ve çatışmalar durumu daha da karmaşık hale getirdi. Savaşın ardından ve İran’ın güvenlik yapısının zayıflamasıyla birlikte, ülkede zorunlu başörtüsünün kaldırılacağına dair haberler yayılmaya başladı. Bölgesel gerilimler, İsrail’le yaşanan çatışma ve hükümetin iç protestoları kontrol etme çabaları, İran’ın taktiksel siyasetinde belirleyici bir rol oynadı.
Kritik dönemlerde İran Cumhurbaşkanı Mesud Pezeşkian, popülist bir söylemle defalarca “zorunlu başörtüsü” konusunu gündeme getirerek umut verici ama sahte açıklamalarda bulundu. Etnik grupların hakları meselesinde de siyasi bir figürden ziyade, rejimin emirlerini uygulayan bir memur gibi davrandı. Sonunda Pezeşkian’ın tüm teorileri ve politikaları, İran’ın diktatörü Ali Hamaney’in ideolojisi ve emirleri karşısında teslim oldu.
Oysa cumhurbaşkanlığının ilk aylarında bu konuda umut verici sözler vermişti. Ancak 1404 yılının Hordad ayının 19’unda (Haziran 2025), “X” sosyal ağında şu paylaşımı yaptı:
“Açık saçıklık, çıplaklık ve norm ihlalleri halkın büyük çoğunluğu tarafından kabul edilmiyor.”
Başörtüsü meselesi, İran rejimi için halk üzerinde bir tür psikolojik baskı aracına dönüştü. Yıllarca ekonomik yaptırımlar altında felç olmuş ülke, zorunlu başörtüsünü İran’ın cesur kadınlarına karşı bir baskı mekanizması olarak kullandı. Bu, kadınlara karşı uzun yıllara dayanan bir kin ve düşmanlığın ifadesidir. Özellikle 16 Eylül 2022’deki protestolar, Ali Hamaney’in rejiminde derin bir yara bıraktı.
İran rejimi “kırmızı çizgileri” konusunda net bir karar veremiyor; propaganda aygıtı aracılığıyla çelişkili haberler ve belirsiz kararlar yayıyor. Dış dünyaya yönelik sahte propaganda söylemlerine rağmen, yargı organları ve bazı savcılıklar son aylarda “iffet ve başörtüsü izleme odaları” kurduklarını, ayrıca yeni polis güçlerinin seferber edildiğini açıkladılar.
Buna karşın, bazı siyasi figürler — örneğin, Maslahat Meclisi üyesi Muhammedreza Bahonar — yerel medyaya “başörtüsü yasa tasarısının artık sürdürülemeyeceğini” söyledi. Ancak bu açıklamalar hukuken yasaya yansımadı. İranlı kadınların özgürlüğü meselesi, perde arkasındaki gerçek iktidarın siyasi oyuncağına dönüşmüş durumda.
Son aylarda İran İslam Cumhuriyeti, “başörtüsünün hukuki ve fiili durumu” hakkında çelişkili sinyaller gönderdi: Bazı muhafazakâr yetkililer yeni yasa tasarısının “artık uygulanamayacağını” söylese de, fiiliyatta güvenlik ve yargı organları baskı ve denetim mekanizmalarını yeniden güçlendirdi. Yani mevcut durum “hukuki belirsizlik ve pratik baskının artışı” şeklinde; açık ve kesin bir kaldırma söz konusu değil.
Bazı muhafazakâr politikacılar ve hükümete yakın medya mensupları, “başörtüsü yasasının uygulanması veya takibinin geçici olarak durdurulduğunu” iddia ettiler. Ancak bu açıklamalar, tüm devlet kurumları tarafından kabul edilmiş şeffaf bir yasal karara dayanmıyor. Dolayısıyla “resmî hukuki durum” açısından hâlâ boşluk ve çelişki devam ediyor.
Bağımsız raporlar ve insan hakları örgütleri, uygulamada başörtüsü denetim yöntemlerinin değiştiğini bildirdi: Bazı bölgelerde savcılar “sertleşme” talimatı verirken, hükümet gözetim dronları, gizli memurlar, ihbar uygulamaları ve kurallara uymayan işletmelere ceza gibi yeni yöntemler kullanıyor.
BM İnsan Hakları Ofisi ve diğer insan hakları kuruluşları defalarca keyfi tutuklamalar, şiddet ve yaygın gözetim konusunda uyarıda bulunarak, her türlü “kıyafet zorunluluğu”nun bireysel özgürlük ve insan haklarına uygun olması gerektiğini vurguladılar. Ancak baskı yöntemleri giderek artıyor.
İran rejimi ve üst düzey kurumlar bazen (bölgesel çatışmalar döneminde veya iç protestolar yükseldiğinde) taktiksel olarak “yumuşak” bir görüntü sergileyerek iç baskıyı azaltmak veya güvenlik güçlerini başka alanlara yönlendirmek istiyor. Fakat aynı zamanda başörtüsünü “ideolojik bir güvence” olarak gören yarı-resmî kurumlar ve muhafazakâr çevreler sertlik politikasını yoğunlaştırıyor.
Bu gelişmeler, İran rejiminin yıllardır süregelen belirsizlik politikası ve toplumsal psikolojiyi manipüle etme stratejisinin bir parçası olarak görülüyor. Halkın kaderi, bu çelişkili politikalarla giderek daha derin bir uçuruma doğru sürükleniyor.